1970’lerden beri Türkiye’de önemi giderek artan sektör, aynı dönemde petrol krizinin olumsuz etkilerinin ardından 1980’lerde tekrar yükselişe geçti ve uygulamaya konulan liberalizasyon politikaları ile gelişimi hızlandı. 1990’ların başında SSCB’nin dağılması ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan gelişmeler ile deri ürünleri ihracatının büyük bölümü bu bölgelere yapılır hale geldi, ancak 1998’de ortaya çıkan Rusya krizi, pazar çeşitlendirmesinin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne serdi. 2000’den itibaren ise başta AB olmak üzere yeni ülke pazarlarına açılmaya başlanmasıyla, sektör daha olumlu bir gelişme eğilimi içine girdi.
Sektörün Türk ekonomisindeki ağırlığına bakıldığında, GSMH içinde yaklaşık yüzde 1, imalat sanayi üretiminde yüzde 2,3 ve toplam kayıtlı sanayi istihdamında yüzde 1,5 oranında pay aldığı görülüyor. Türkiye’de ham deri üretimi konusunda sağlıklı bilgi elde edilebilmesi güç olmasına rağmen, ihtiyaç duyulan ham derinin yarıdan fazlasının ithalat yoluyla karşılandığı biliniyor. Türkiye’de kesilen hayvanlardan elde edilen deriler, işlenen derinin yüzde 40’ını oluşturuyor. Geriye kalan yüzde 60’lık bölüm ise ithalat yoluyla karşılanıyor. Deri ürünleri üretiminde kullanılan büyük baş hayvan derilerinin yüzde 46’sının, küçük baş hayvan derilerinin ise yüzde 75’inin ithalat yoluyla tedarik edildiği tahmin ediliyor. İthalata bu oranda bağımlı olunmasının nedeni ise hem miktar hem de kalite açısından sanayi ihtiyacının yurtiçinden karşılanamaması…
Diğer taraftan, sektörle ilgili en çarpıcı verilerden biri, kapasite kullanım oranlarının düşük olması… Üretim altyapısı ve kapasite gücünün satışa dönüştürülemediğinin bir göstergesi olan, kapasite kullanım oranlarındaki düşüklük, aynı zamanda sektörde üretim maliyetlerini de arttıran en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder